Şerda Mazlum Gabar
Sistem karşıtı hareketlere yönelik incelemeler, araştırmalar sonucunda açığa çıkan tüm eksikliklere, bu hareketlerin sorunlarına rağmen sistemin kendini rahatça yaşatması önünde engel oldukları, mücadeleleriyle direniş mirasını sahiplendikleri ve dünyada uygarlık karşıtı mücadele yürüten güçlere moral, güç ve esin kaynağı oldukları inkar edilmemelidir. Özellikle 1968 devrimci gençlik hareketliliği kendisiyle, bir ruh, eylem, uygarlık sisteminin yaşam tarzı karşısında öfke yaratmıştır. Ancak pratikleşen sosyalizmin, toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin ömürlerinin çok uzun süreli olmayışı, sisteme eklemlenmeleri, sistem karşısında mücadele yürüten hem hareketlerde hem de bireylerde olumsuz etkilere yol açmıştır. Özgürlük mücadelesi yürüten güçler ve bireyler başarıya dair inançlarını yitirmeye, özgürlüğe ulaşacaklarına dair güvensizleşmeye ve kapitalist sistem karşısında yenilgiyi kabul etmeye başlamışlardır. Aslında burada derin bir çözümleme ihtiyacı kendisini dayatmaktadır. Yaşanan bu durumlar, bu hareketler her ne kadar farklı amaçlarla yola çıksalar da eksik tespitlerinden, ideolojik argümanlarını derinleştirememelerinden ve en önemlisi de kendilerini liberalizmin ve modernitenin ağlarından kurtaramamalarından kaynaklanmaktadır. Burada liberalizmin uyguladığı tarzları ve kullandığı yöntemleri irdelemek önem arz etmektedir. Liberalizm bir yandan sağ liberalizmle muhafazakârları pasifize ederek liberalizmin içine yerleştirirken-liberaliçileştirirken- diğer yandan sol liberalizmle eşitlik, özgürlük, adaletten bahsederek kendi gölgesinde bırakmıştır. Liberalizm kendi ideolojik hegemonyasını 19 ve 20. yüzyıldaki sistem karşıtı güçleri kendi yedeğine alarak kurmuştur. Bu hareketleri sadece kendi yedeğine almamış liberalizme eklemlemiştir. Zira sistem karşıtı hareketlerin yaşadıkları sorunları çözümlemeye çalışırken bu güçleri daha yakından tanımak gerekmektedir. Bu güçlerin entelektüel, ahlaki ve politik olarak kendilerini yeni bir formülasyona kavuşturmalarına ihtiyaç vardır. Liberalizm bu yöntemleri kullanırken kapitalist modernite de kapitalist modern sisteme yönelik ilk tespitleri geliştiren bunu büyük bir mücadele utkusuna dönüştüren bilimsel sosyalizm adlı ilk sistem karşıtı harekete karşı savaşım içerisinde olmuştur. Sistem karşıtı hareketlerin ilki olan bilimsel sosyalizm kendisini kısa bir süre içerisinde kapitalizmi tehdit eden büyük bir risk durumuna getirmiştir. Eksiklikleri, yanlışlıkları olsa da dünyanın her yanındaki ezilenler için direniş örneği olmuştur. Yine pratikleşen sosyalizm ezilen halkların ve sınıfların hayallerinin ve ütopyalarının gerçekleşmesi olarak değerlendirilmiştir. Bu süreçler içerisinde sayısız kahramanlar yaşamış, direnmiş, inandıkları doğrular uğruna kavgayı ve ölümü göze almıştır. Adeta ölüme koşarak gitmişlerdir. Ancak bu kadar direnişe, yaşanan şahadetlere ve kahramanlıklara rağmen talihsizlik moderniteyi çözememelerinden ve bu sistemden tam olarak kopamamalarından kaynaklanmaktadır. Yine de özgürlük mücadelelerinde güç alınan temel kaynak olmuşlar ve olmaya da devam edeceklerdir. Hiçbir biçimde, hiçbir güç sistem karşıtı mücadele yürüten hareketlerin özsel değerlerini heba edemez. Nitekim 1789 Fransız devrimi ve 17 Ekim devrimi etkisinde tüm dünyaya yayılan özgürlükçü hareketler bütünlüklü bir biçimde olmasa da kapitalist moderniteyi aşma amacını taşımışlardır. Alternatif sistem yaratma iddiasında olan bu hareketler varolan sistemle yoğun çelişkiler yaşamışlar ancak kapitalist modernitenin ideolojik, siyasi, politik, ahlaki ve entelektüel saldırıları her geçen gün daha da artmıştır. Özgürlükçü tüm hareketleri kendine eklemek ve pasifize etmek amaçlı kısa ve uzun vadeli planlar geliştirmiştir. Bütün yönleriyle komple bir gerçekliğe sahip olan bu saldırılar karşısında elbette ki sistem karşıtı hareketlerin yeniden bir analize tabi tutulması, irdelenmesi ve daha derinlikli, radikal bir biçimde ayrıntılarda ele alınmasının gerekliliği kendini yakıcı bir biçimde dayatmaktadır.
Zaten 1848 devriminden itibaren Marksizme ve bilimsel sosyalizme bağlanmış birçok akım ve hareket 1970 ve 1975’lerden sonraki süreçte eski gücünü ve itibarını yitirmeye başlamıştır. Bu yıllardan itibaren hem kapitalist moderniteye hem de pratikleşen sosyalizmin çeşitli örneklerine karşı derin tepkiler ve inançsızlıklar gelişmiş bununla beraber feminizme, ekolojiye, sivil toplum örgütlerine ilgi gelişmiştir. “Kadın ve çevre sorunlarına ilişkin hareketlerin moderniteyi aşmadan amaçlarına tutarlı olarak yürümeleri mümkün değildir. Kendilerini demokratik toplum hareketinin bütünlüğüne bağlamaları tutarlılık ve başarı için şarttır. Eski reel sosyalist süreçlerin ürünleri olan sol hareketlerin iktidar odaklı olmaktan çıkıp demokratik odaklı örgütlenmelere dönüşmeleri doğru çıkış yolu olacaktır. Sendikal ve partisel hareketlerini dar ekonomizmden kurtarıp demokratik toplumsal hareketlerin bütünlüğüne bağlamaları çıkış yapmaları ve başarılı olmalarının gereğidir. Diğer gelenekselci, kültüralist, yerel, bölgesel ve ulusal hareketlerin yaşadıkları sorunların çözüm yolu olarak modernitenin değişik kavram, kuram ve kurumlarına odaklı yapılanmalarını ve hakikat ifadelerini değiştirmeleri, demokratik modernitenin kuramsal ve yapısal unsurlarıyla bütünleşmeleri çıkış ve başarıları için şarttır. Yeni enternasyonalizm ancak kapitalist moderniteyi, özellikle ulus-devleti aştıkça mümkün olacaktır. Sistem karşıtı her ideolojik, politik, ekonomik faaliyet bu çalışmaları esas alarak gelişmesini başarıyla sürdürebilir. Sosyal bilim çalışmalarının temel bilimleri akademiya ve enstitü kurumları olarak inşa edilebilir. Bu kurumlar ihtiyaca göre her türlü toplumsal ilişki alanında kurulabilir. İdeolojik akım kurumsal süreçten geçen bilgilerin toplumsal alanlara uyarlanma faaliyeti olarak tanımlanabilir. Ortadoğu kültüründe zengin bir tecrübe mirasına sahiptir. Dinlerin ilk yayılış dönemleri, tarikat ve mezhep inşaları, bu çalışmaları yansıtır. Günümüz sivil toplumunu da bu çalışmaların eksik de olsa bir örneği saymak mümkündür. Önemli bir sivil toplum hareketi olan feminizm, esasta ideolojik akımdır. Bilimsel temele dayanmak durumundadır. Fakat kadın üzerindeki muazzam ağırlıktaki hiyerarşi, iktidar ve devlet gücünü arkasına alan erkek egemen cinsiyetçi toplumu çözümleme ve çözme modellerini sunma ve bu çabayı yaşamlarıyla somutlaştırmada güçsüzlük ve başarısızlıkla sıkça karşılaşmaktalar. Özgür kadın militanlığı olağanüstü kişilikler olmadan başarıyı zor yakalar. Sınırlı başarıları da cinsiyetçi toplumun günlük ve çok kapsamlı yönelişleriyle asimile edilir. Yine de kadın özgürlüğü eksenli ideolojik, politik, ekonomik komünlerin oluşumu ve pratiği vazgeçilmezdir.”
Kadın özgürlük mücadelesi bu gerçeklerden yola çıkarak sistem karşısında en derinlikli eleştirileri ve mücadeleyi geliştirecek olan uygarlık karşıtı bir harekete kavuşmak durumundadır. Aslında yaptığımız tüm değerlendirmeler ışığında ulaştığımız en önemli sonuç şimdiye kadar geliştirilen sistem karşıtı hareketlerin erkek hareketleri olarak kalmalarıdır. Buradan kadının bu örgütlenmeler içerisinde yer almadığı sonucu çıkarılmamalıdır. Bu sistem karşıtı hareketler içerisinde de kadın arkadaşlar yer almış hatta büyük direnişler ve kahramanlıklar sergilemişlerdir. Ancak kendilerine ait bir ideoloji, eril düşüncelerden sıyrılmış bağımsız bir bakış açısı ve özgün örgütlülüklerini güçlü oluşturamama durumlarını yaşamışlardır. Kadının içerisinde aktif olarak kendi özgür kimliği ve iradesiyle yer almadığı bir hareket gerçek anlamda sistem karşıtı olamaz.
Modernist paradigma en fazla da toplumsal kimliklere yönelmektedir
Yine kadın örgütlenmelerini incelediğimizde de kadın özgürlük mücadelesinin temelini 18. Yüzyıla dayandırmak mümkündür. 18. Yüzyıldan itibaren oldukça dinamik, canlı bir kadın hareketliliği tarihi mevcuttur. Kapitalist modern sistem içerisinde kadın tüm hücrelerine kadar sömürü nesnesi durumuna gelmiş, bedeni, ruhu ve fiziğiyle tutsaklaşmıştır. Erkek egemenlikli uygarlık bunu yaşamın tüm alanında ilmek ilmek örmüştür. Yürütülen oy hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi hukuki eşitliği sağlayacak amaçlarla hareket edilmiş bu mücadele amaçlarıyla belirli sonuçlara ulaşılsa da bunlar kadının özgürlüğünü sağlayacak muhtevaya sahip değildir. Bu mücadelelerin önemi inkar edilmezken sistem içileşmekten kurtulunamayacak taleplerle sınırlı kalmıştır. Sonuçta feminizm ve kadın mücadelesi reformist kadın faaliyetleri olarak sistem karşıtı hareketler içerisinde yerini almıştır. Bu yönleriyle feminizm ve kadın mücadelesi ne moderniteyi aşabilmiş ne de toplumsal bir alternatif oluşturabilmiştir. Dolayısıyla kadın mücadelesi yürüten güçlerin uygarlığı kapsamlı çözümlemek kadar güçlü eleştirisini geliştirmeleri ve alternatiflerini yaşam ve toplum projeleri biçiminde ortaya koyması gerekmektedir. Kadın özgürlük mücadelesi yürüten hareketler için erkek egemenlikli sistem karşısında kadın sisteminin anlayışlarını ve uygulamalarını geliştirmek kadar bunu entelektüel, ahlaki ve politik alanda da yaşamsallaştırmak en temel görev olarak güncelliğini korumaktadır.
Yine sistem karşıtı hareketliliği geliştirirken elit bir kesimle, sistemin eğitiminden geçmiş aydın kesimlerle sınırlı kalmaması oldukça önemlidir. Sistem karşıtı hareketlilik toplumun çoğunluğunu kapsamadan kendisini toplumsallaştırmadan başarıya ulaşamaz. Şu unutulmamalıdır ki kapitalist modern sistemde kendini rahat yaşatabilen, busistemden çıkarı olan sadece dar bir kesimdir bunun dışında kalan tüm kesimler aslında sisteme muhalif güçlerdir. Sistem karşıtı hareketlerin toplumun tüm kesimlerini kucaklaması, dışlamaması ve modernitenin etkileriyle nesne, yığın ve sürü gibi yaklaşımları aşması gerekmektedir. Tüm bunlar modernist paradigmanın ideolojik etkilerinin ürünüdür. Modernist paradigma en fazla da toplumsal kimliklere yönelmektedir. Bu ideolojik hegemonya geliştirilirken kullanılan en temel silahlar dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve pozitivist bilimciliktir. Toplumun ahlakı ve vicdanını dincilik yoluyla, ulus devlet anlayışını milliyetçilikle, hakikati pozitivist bilimcilikle perdelemektedir. Tabii ki salt perdelemekle kalmamakta tümüyle denetim altında tutmaktadır. Bu üç sacayağını da temelde cinsiyetçiliği kullanarak yaşamsal kılmaktadır. Cinsiyetçi ideoloji tüm ideolojilerin temelidir. Kadını sürekli olarak sisteme eklemlemenin yol ve yöntemlerini aramak erkeğin de erkekliğini şahlandırmak, iktidarından vazgeçmemesi için çalıştırmak sistemin kullandığı en temel yöntemlerdir. Bu cinsiyetçi ideolojinin oluşturduğu hegemonyaya karşı kadının kurtuluş mücadelesini yürüten tüm sistem karşıtı güçler birlik olmalı, biri kendini bir diğerinden üstün görmemeli, farklılıklar zenginlik gerekçesi haline getirilmeli ve böylelikle bu erkek uygarlığı alt edilmelidir. Sisteme en derinden muhaliflikleri olan güç kadındır. Sınıfı, ulusu, yaşı, rengi ne olursa olsun her kadın sistem karşıtıdır. Bu nedenle aslında erkek egemenlikli sisteminde korktuğu en büyük güç kadın potansiyelidir. Gelişecek olan özgür kadın hareketliliği erkek sistemini kökünden sarsacak ve özgürlüğü yaratacaktır. Tek bir cümleyle özetleyecek olursak kadın olmak demek sistem karşıtı olmak demektir.