2008-2010 Tarihleri Arasındaki Görüşme Notlarından Kadınla İlgili Bölümlerden Alınmıştır – IV

ÖNDER APO

4 Şubat 2009:

Kadınlar nasıl? Ne yapıyorlar, bir gelişme var mı? Namus kavramını bilmiyorlar. Namus’u tanımlayamıyorlar. Namus, Eko-nomos’tan geliyor. Eko-nomos, ev yasası, kadının yaptığı işler, ev işleri, kadına ait işler anlamına geliyor. Ekonomos, ekonomi, kadın işidir, üretime dayalıdır, ekonomist de bu işi yapandır, ekonomist kadındır. Yanlış yorumlanan bir namus kavramı var. Ben daha önce de tanrıçalaşma demiştim. Bu da kendini tanımak demektir. Kendini tanımak da bilgelik, yetkinlik, kavramaktan geçer. Kadınlar önce tarihi bilsinler, kendi tarihlerini öğrensinler, Neolitik tarihi bilsinler, sosyolojiyi, ekonomiyi, felsefeyi bilsinler, böylece kendilerini tanırlar. Kendinizi tanıdığınız oranda tanrıçalaşırsınız. İnannalaşmak, İştarlaşmak anlamaktan, kavramaktan geçer. Böylece toplumsal baskıyı, baskıcı sistemi aşabilirler. Her gün tecavüz kültürüne maruz kalıyorsunuz. Önce günlük tecavüz kültürünü aşmalısınız. Bu günlük tecavüz kültürünü bile aşarsanız bravo derim. Bu sorunlar akademik çalışmalarla daha da derinlemesine araştırılır ve kavranır. Ben bunun için Özgür Kadın Akademisi demiştim. Burada akademik çalışmalarını yaparlar. Aynı zamanda yemek yerleri açarak ve çeşitli ekonomik faaliyetlerde bulunarak üretime de katılırlar. Kadına ait işler yaparlar.  Şam’dayken yanıma bizim en değme kızlarımız geliyordu, ‘özgürleşeceğiz’ diyorlardı ama büyük çoğunluğunun gözleri oynuyordu. Erkekler de geliyordu onların da gözleri oynuyordu. Benim diyeceğim, önce bu şekilde bakan gözlerini kapatsınlar, kör etsinler. Bunun yerine beyin-zihin gözlerini açsınlar, bu gözle baksınlar. Ancak o zaman özgürlük yolunda ilerleyebilirler. Bunu yapmadan karşıma çıkan kadını kovarım.  İşte Latife Hanım Mustafa Kemal’i terk etti. Bunu niye yaptı? Aslında Mustafa Kemal kadın konusunda edepli bir insandı. Latife Hanım kimdi? İzmir kimdi? Bunları iyi görmek gerekiyor. Benim başımdan da bir evlilik geçti. Bunu biliyorum. Bu olayda mağdur olan Mustafa Kemal’dir.

Kadın-erkek ilişkisini savunmalarımda özlü bir cümle ile ifade etmiştim; “zorba ve kurnaz erkek” demiştim. Bunun üzerine bir sistem kurulmuştur. Yeterince okumuyorsunuz, anlamıyorsunuz. Bu DTP’liler için de öyle. İşte bugün Amerika örneği bunu ifade ediyor. Hegel, efendi-köle ilişkisi demişti. Sistemini bu iki kavramdan yola çıkarak inşa etti. Ben ise ‘güçlü-zorba ve kurnaz erkek’ cümlesinin çözümlenmesi üzerine sistemimi kurdum. Bu konuda Hegel ile aramızda bir benzerlikten ziyade bir paralellik var ama aynı değil. Hegel erkek akıl ve iktidar kavramı üzerinden yola çıkıyor. Ben ise demos’tan, kadın-erkek ilişkisini çözümleyerek yola çıkıyorum. Avukatlarımdan birisi  ‘Görüşleriniz Hegel’in fenomenolojisine benziyor’ demişti. Tin’in Aklı’nda da var. Hegel’in fenomenolojisini okudum. İlginç, benzerlikten ziyade bir paralellik var ama aynı değil. Hegel, köle-efendi çelişkisinden yola çıkarak bugünkü yurttaş, ulus-devlet sistemine ulaşıyor. Ulus-devletin onun yurttaşlık kavramının bugün ne halde olduğunu görüyoruz. Nietzsche bunu önceden görmüştü, ulus-devlet, yurttaş-devlet tıkanıklığını üstün-insan ve irade kavramıyla Hegel’i eleştirip onu tamamlıyor. Zerdüşt Böyle Buyurdu kitabı bu konuyu ele alıyor. Nietzsche’nin üstün-insanı faşizmin yarattığı insan tipi değildir. Nietzsche’nin üstün insanı daha çok sanata, felsefeye, ahlaka dayandırıyor. Bu dönemde Almanya’da felsefe çok canlıdır.  Hegel’in yarattığı zihinsel hegemonya ve Nietzsche’nin yarattığı irade kavramı ile Batı kendi sisteminin araçlarına kavuştu. Doğu da kendi zihin ve devrimini yapması gerekir. Batı’nın sisteminin güçlü olmasının sebebi de zihinsel ve teknolojik devrimlerini yapmış olmalarıdır.

Son günlerde yirmiye yakın mektup aldım. Yine Edirne cezaevinden Ramazan Çeper Amazon Kadınları ile ilgili araştırma yapmış. Bu konuda görüşümü istemiş. İlginç bir araştırma yapmış. Amazon Kadını yiğittir demiş. Amazon kadınlarından kastettiğim güçlü kadın değil anaerkil toplumdaki kadın rolüdür. Araştırmalarına devam edebilir. Benim kadın konusundaki görüşlerimden faydalanabilir. Gülizar Akın’ın da mektubunu aldım. Mektubunda Bitlis’teki Güldünya derneğinden bahsetmiş. Yanlış yorumlamışlar. Onlara kızmıyorum, sert de eleştirmiyorum. Ben Özgür Kadın Akademisi kursunlar demiştim. Güldünya mazlumdur, kendisini öldüren kardeşleri de suçlu değildirler. Burada sorun gelenekten kaynaklanıyor. Suçlu olan gelenektir. Asıl suçlu o kızı iğfal eden erkektir, hakim olan erkek egemen zihniyetidir. Bu iğfali yapan halen belli değil, değil mi? Onun kardeşlerini suçlayamayız. Geleneksel namus anlayışı ile yapmışlar. Onlar bu yanlış anlayışın kurbanıdırlar. Özgür kadın akademisinden kastettiğim bilinçlenmiş, özgür kadındır. Hatta Avrupa’da buna Bilinç Yükseltme Hareketleri diyorlar. Kadınlar bu akademilerde bilinçlerini yükseltirler, yemeğini yaparlar, kooperatiflerini kurarlar, tartışmalarını yaparlar, eğitimini, öğretimini yaparlar.

Yine benim Afrodit’le ilgili düşüncelerimi yanlış anlamışlar. Çok komik bulduğum için söylüyorum. Batman’da bir defile yapmışlar. Bu defileye Ukrayna’dan manken getirmişler. Ben Ukrayna’dan manken getirin demiyorum ki! Benim Afrodit’le kastettiğim beş bin yıllık tarihi olan Ana tanrıça geleneğidir. Sümer tanrıçası, Hitit tanrıçası, Urartu tanrıçaları vardır. Bunlardan yararlanılarak kendi modalarını, kendi mankenlerini yaratabilirler. Başta ülkemiz Kürdistan olmak üzere, Türkiye, Ortadoğu, bütün dünyaya bu modalarını yayabilirler. Ukrayna’dan manken getirmeye gerek yok. Bu manken Mezopotamya, Kürdistan, Anadolu, Ortadoğu kültürünü temsil etmiyor, yansıtmıyor. Yine Gebze cezaevinden Azime Işıkçı ve arkadaşlarının mektuplarını alıyorum. Hepsine cevap yazamıyorum, hepsine selamlarımı söylüyorum.