Olimpos Dağı’ndan İmralı Adası’na

,

Titanların antik toplumundan dirilen Prometheus, ilahi güçlere karşı verdiği savaşla kendi toplumun varlığını dünyaya gösterdi. Tanrılardan aydınlığı, ateşi çalarak insanlığa bilgi sanatını armağan etti. İşte Prometheus insanlık aşkı için bütün tiranlara karşı çıkarak adı hiç unutulmamacasına tarih sahnesinde yerini aldı.

Bunun bedelini Olimpos dağında zincirlenerek ve ciğerlerinin her gün bir kartal tarafından yenilerek verecekti.

Tanrılara karşı gelmişti insanlığı aydınlatmak için. Ama insanlığa olan sonsuz inancı onu asla geri çevirmeyecekti.

İşte başka bir mekan ve zaman diliminde Olimpos dağına zincirlenen Prometheus’u bile şaşırtacak türden tekrardan gün yüzüne çıkıyor, ve ateş çağın tanrılarından tekrardan alınıyor, insanlığa asıl sahibine tekrardan armağan ediliyordu.

O prometheus değil, onun binyıllarca biriken öfkesi çalınan bilgeliğin yeniden yaratıcısı olan Abdullah’dı.

Oda binlerce yıllık acı ve zulmün kalıntılarıyla ayakta kalan tarihi toplumdan doğdu, ve çağın tanrılarına karşı özgürlük savaşına koyuldu.

O buğdayın suyun, ateşin, toprağın halkı yani kadim insan ırkından doğdu. Halkına yapılan haksızlığı kabul etmedi, sahibi olduğu bilgelik ona tekrar iade edilmeli, ve açılan derin yaralar sarılmalıydı.

Daha kutsal olamayacak bir yaşama ulaşmak için diken ve taşlı yollarını çıplak ayaklarıyla yürüdü, her adımında güzelliğin tohumlarını serpti yol boyunca, ardında bıraktığı her yer yaşam kokmaya başladı. Bu yüzden onun gücü zulüm tanrılarını kahrediyor.

Tereddüssüz, planlı ve onurlu adımlarla ilerleyip tarih uykusunda kalanları uyandırdığı için, komplo kuran tanrıların hedefi haline geliyor. Sadece bir kez değil… defalarca.

Bu kez Olimpos değil, İmralı adasıydı insanlık uğruna bedel ödenecek yer. Bu acıya katlanıyor, çünkü insanlığı ve özgürlüğü çok seviyor.

Sonunda anlayabilmemiz için çağın zeuslarına karşı Prometheuslara bedel bir kavgayı göze alıyor.
Şimdi bize düşen onu nihayet doğru bir şekilde anlamak, onun bizimle kurduğu gibi sıkı bir bağ kurmaktır. Tanrılardan koparıp bize verdiği ateşle sonunda onların işkence, baskı, yıkım ve şiddet kalelerini yakmanın zamanı çoktan geçmedi mi?

Beş bin yıllık erkek egemenliğin ideolojik yapılarını yakalım ki küllerinden cennet bahçesi, bereketli toprak, yeniden canlansın. Ve bir zamanlar olduğu gibi bu topraklar yine insanlığın beşiği olsun.

Ateşimiz sönmedi, ateşimiz yanıyor ve binlerce şehit ile tarihin sayfalarına derin direniş çeltikleri atıyor. Bize ateşi ve tarihin en büyük fedai ordusunu getiren özgür insan ile kavuşmak zamanı. Onsuz yaşam asla kabul edilemez. Bir an dahi bile olsa…